Kur’an’da Övülen İnsan
Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk Efendimiz’i (r.a) nasıl öveyim, nasıl anlatayım? Ben kulların en alt derecede olanıyım.
Onu, yüceler yücesi âlemlerin yaratıcısı bizzat Allah Teâlâ övmüştür. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de onu, “İkinin ikincisi, son Peygamber’in arkadaşı, takvâ yolunda en ileri olan kişi” diye tarif etmiş ve övmüştür.
“Eğer siz O’na yardım etmezseniz, ikinin ikincisi (iki kişiden biri) olduğu halde [Resûlullah (s.a.v) ve Hz. Ebû Bekir (r.a)] kâfirler onu Mekke’den çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağarada idiler. O zaman arkadaşına, ‘Üzülme Allah bizimle beraberdir’ diyordu.”79
“Takvâ yolunda en ileri olan cehennemden korunacaktır. O malını verip temize çıktı. Ona göre sırf verdiğinden dolayı mükâfata layık kimse yoktur. Bu sebeple o, verdiğini yüce rabbinin hoşnutluğunu kazanmak için verir.”80
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a)…
Asıl ismi Abdullah… Tertemiz soyu, Peygamberimiz’in (s.a.v) altıncı batındaki dedesi Mürre b. Kâ‘b ile birleşir. Fil yılından iki yıl bir ay sonra dünyaya geldi.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) onun hakkında şöyle buyurdu:
“Ebû Bekir’in malı kadar hiçbir malın bize faydası dokunmamıştır.”81
“Ümmetimden cennete girecek ilk insan hiç şüphe yok ki Ebû Bekir’dir.”82
“Ebû Bekir’in arkadaşlığı kadar bana güven veren bir arkadaşlık ve onun malı kadar bana güvenli olan bir mal olmamıştır. Eğer rabbimin dışında kendime bir dost bulmak isteseydim, bu dost, Ebû Bekir olurdu. Ne var ki din kardeşliği de yeterli bir dostluktur.”83
Özellikleri Yüce Bir Dost
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), erkekler arasında ilk müslüman olan kişi, müslümanlar arasında ilk defa, malının tamamını Allah yolunda harcayan insan, Allah Resûlü’ne gelen maddî zararı, müslümanlar arasında ilk defa karşılayan kişidir.
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), İslâm tarihinde ilk halifedir, Kur’ân-ı Kerîm’i yazıldığı sayfalardan ve ezberleyen hafızlardan dinleyerek ilk defa kitap haline getiren, İslâm’da ilk kez hazineyi (beytülmal) kuran, Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) sonra İslâm dininin en önemli ikinci ismidir.
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), cennetlik müslümanların adı sayılırken, onun adı Peygamber Efendimiz’den hemen sonra gelen, Peygamber Efendimiz’le (s.a.v) Medine’ye göç eden en önemli ikinci müslümandır. Bu yüzden de kendisine Kur’ân-ı Kerîm’de “İkinin ikincisi” denilmiştir.
Evliyanın İmamı
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Medine’ye hicret ederken Hz. Ebû Bekir Efendimiz de (r.a) yanındaydı. O gün en zorlu bir dönemdi. O, geride kalan ümmeti düşünerek yaşananlara şahit oluyordu. Belki de bu yüzden tedirginlik yaşıyor ve yolculuk süresince her an, işte şimdi Kureyş müşrikleri bizi yakalayacak diye endişeleniyordu. Ama bir beşer olması münasebetiyle…
Ancak yüce Allah, Hz. Ebû Bekir Efendimiz’e, böylesi bir zamanda ne yapması gerektiğini Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) lisanından, vahiy olarak gelen şu ilâhî sözlerle kurtarmıştır:
“Üzülme, Allah bizimle beraberdir.”84
İşte bundan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v) meydana gelen korkunun, ancak Allah Teâlâ ile beraber olunduğu bilincine varılmasıyla giderileceğini ona öğretti. Hiç şüphesiz bu şeref, pek yüce bir ahlâkî özellikti. Onun yolunda yürüyen pek çok velî, insanın her an yüce Allah ile birlikte olmasına büyük önem verecekti. Zamanla bu özellik, velîlerin ıstılahında “murakabe” adını alacaktı.
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), her an yüce Allah ile mânevî beraberliğine devam etmiş olmalı ki, gece namazlarına ısrarla devam ediyordu. Çünkü gecenin sessizliğinde bu hal, ona büyük bir haz verirdi.
İşte sâdât-ı kirâm efendilerimiz de onun bu güzel özelliğini kendilerine örnek almışlar ve Allah Teâlâ’yı gizlice zikretmişlerdir. Çünkü onların, müridlerine öğrettiği zikrin gayesi, insanı her an Allah ile beraber olmaya götürmektir. Onun için gizli zikri (zikr-i hafî) telkin etmektedirler.
Tefekkür Sahibi
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) takvâsının olgunluğu ve Allah sevgisinin çokluğundan dolayı yüce Allah’a çok yalvarırdı. O, tefekkürü bol ve ağlaması çok olan büyük bir sahâbiydi.
Sevgili Peygamberimiz’in hanımı olan kızı Âişe validemiz (r.a), onun hakkında şöyle diyor:
“Ebû Bekir (r.a) yüreği yufka bir kişiydi. Ne zaman Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler okusa, göz yaşlarını tutamazdı.”
Bir defasında kendisine içinde bal bulunan bir su kâsesi sunuldu. Verilen bal şerbetine baktı; ağladı, ağladı… Etrafındakileri de ağlattı. Bir ara sustu. Yanındakiler de sustu. Bir müddet sonra Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) yine ağlamaya başladı. Bir türlü göz yaşlarına hâkim olamıyordu. O ağlayınca yanındakiler de ağlıyordu. İnsanlara mânevî coşku (vecd) hali gelmişti. Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) kendinden geçti ve bayıldı.
Bir süre sonra kendine gelince, yüzünü örtüsüne sildi. Etrafındakiler şöyle dedi:
“Seni bu kadar heyecanlandıran neydi? Hepimiz senin öldüğünü düşündük!…” Onlara şöyle dedi:
“Bir gün ben, Allah Resûlü Muhammed Mustafa Efendimiz’le (s.a.v) birlikteydim. Efendimiz (s.a.v) bir şeyi eliyle kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyor ve, ‘Benden uzak dur!… Benden uzak dur!…’ diyordu. Ama onun ne olduğunu göremiyordum. Yanında ise hiç kimse yoktu. Daha sonra bu durumu kendisine sordum, bana şöyle buyurdu:
‘Dünya ve içindekiler bir şekle bürünüp bana göründü. Onu azarlayıp kendimden uzaklaştırdım. Ama o bana şöyle dedi: Sen benden kurtuldun, fakat senden sonra gelecek olan ümmetin bu dünyalık zevklerden kurtulamayacak.’
İşte ben, o bal şerbetini görünce, dünyalık bir zevke tamah ettiğimi düşündüm. Korktum ve ağladım.”85
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) dünya ve âhiret işlerinde ciddi idi. Sınırı asla aşmazdı. Sahâbe-i kirâm arasında en isabetli görüşleri söylerdi. En güzel rüya yorumunu o yapardı. Ashab arasında sözleri, fiilleri ve değerlendirmesi en mükemmel olandı. İnsanlar arasında Allah’ı en iyi bilen ve Allah’tan en çok korkandı.
Yediklerinin ve içtiklerinin helâl olup olmamasına çok dikkat ederdi. Eğer şüpheli bir lokma ağzına götürmüş olsa, haram olduğunu anladığı esnada onu derhal çıkarırdı.
Bir gün Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) hizmetçisi, kendisine yemek getirmişti. Yemeğe başlayınca, hizmetçisi, “Efendim, daha önce sofraya her getirdiğim yemeği nereden, nasıl hazırladığımı soruyordunuz. Bugün hiç sormadınız” dedi. Hz. Ebû Bekir (r.a.), “Açlık onu sormamı bana unutturdu” dedi.
Ardından hizmetçisine, “Peki bunları nereden getirdin?” diye sordu. Hizmetçisi, “Efendim, ben müslüman olmadan önce sihir yapardım. Biri bana sihir yapmam karşılığında yemek vaad etmişti. Onlar, şimdi düğün yapıyorlar, bana da yemek ikram ettiler” dedi. Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), “Bu, sihir karşılığında verilen bir yemek mi?” diye sordu ve istifra etti. Yanındakiler, “Ey Ebû Bekir! Bu haram değil, hırsızlık hiç değil. Bir lokma için niçin kendine bu kadar ıstırap ediyorsun?” dediler. Hz. Ebû Bekir (r.a) şöyle dedi:
“Eğer canım çıkma pahasına da olsa bu lokmayı çıkartırım. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Haram yiyen her ceset, cehenneme daha lâyıktır ve yakındır’86 buyurmuştur.”
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) başkaları tarafından övüldüğünü gördüğü zaman şöyle derdi:
“Ey Allahım! Nefsimi sen onlardan daha iyi bilirsin. Beni, onların düşündüğünden daha iyi duruma getir. Onların bilmediği hatalarımı bağışla. Onların, hakkımda söyledikleri övgülerden dolayı beni sorguya çekme.”
Güzel Sözlerinden Seçilenler
Allah rızâsı gözetilmeyen işlerden, Allah yolunda harcanmayan maldan, cahilliğinden ötürü yumuşak huylu olamayan kişilerden ve Allah için yapacağı bir işte insanların kınamasından çekinen kimselerden hayır gelmez.
Bir kimse Allah için nefsine kızarsa, yüce Allah o kişiyi nefsin hilelerinden korur.
Övünmekten sakının. Topraktan gelip yine toprağa gidecek olanın, sonra böceklere yem olacak olanın övünmek neyine.
Sonu cehennem olan bir iyilik, hayır sayılmaz. Sonu cennet olan kötülük de kötülük kabul edilmez.
Vefatı
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) bir gün hastalanınca ziyaretine gelenlerle arasında şu konuşma geçti. Gelenler,
“Sana doktor çağıralım mı?” diye sordu.
“Doktor beni gördü” dedi.
“Öyleyse sana ne tavsiye etti?” dediler.
“Rabbin dilediğini hakkıyla yapandır” dedi.87
Daha sonra yanına Hz. Ömer’i (r.a) çağırdı. Yaptığı sohbetle onu ağlattı. Ardından şöyle buyurdu:
“Eğer tavsiyelerimi tutarsan, senin için ölümden daha sevimli gelen bir şey olmaz. Nasıl olsa o, sana gelecektir. Şayet dediklerimi tutmazsan, senin için ölümden daha sevimsiz hiçbir şey olamaz. Ama sen, o sevimsiz gördüğünü yok edemezsin.”
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) daha sonra herkese şöyle dedi:
“Darlıkta ve yoklukta daima Allah’ı hatırlamanızı, O’ndan gereği gibi korkmanızı, lâyık olduğu şekilde O’nu yüceltmenizi ve bol bol O’ndan günahlarınızın affı için yalvarmanızı tavsiye ederim. Hiç şüpheniz olmasın, Allah’ın bağışlaması boldur. Allah’ın selâmı üzerinize olsun.”
Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a)…
21 Cemâziyelâhir 13 (22 Ağustos 634) tarihiydi. Akşam ile yatsı vakti arasıydı. Salı gecesi vefat etti. Vefat ettiğinde ise altmış üç yaşındaydı.
Bu yoldaki mânevî bağ, Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk Efendimiz’den Selmân-ı Fârisî (r.a) hazretlerine geçti.
Allah Teâlâ bizleri kendisinden ayırmasın.
Allah Teâlâ makamını yüceltsin.
Yazı ALTIN SİLSİLE kitabından alınmıştır.
https://www.youtube.com/watch?v=ocgv4hc9s_o
https://www.youtube.com/watch?v=Px7yvhxDAhY